2.3. Finansal Krizlerin Öncü Göstergeleri
Ekonomide yarattığı sorunlar ve oluşturduğu maliyetler nedeniyle finansal krizlerin önceden tahmin edilebilmesi, sorun ve maliyetlerin azaltılmasında önemli rol oynamaktadır. Krizlerin önceden tahmin edilebilmesi için çeşitli ekonomik değişkenler gösterge olarak kullanılmaktadır. Bu öncü göstergeler, krizlere en çok hangi etkenlerin neden olduğunu göstermektedir.
Krize ilişkin genel göstergeler:
Reel üretim, hisse senedi fiyatları, uluslararası rezervler, yurtiçi ve yurtdışı faiz oranı farkı, M2 / Uluslararası rezervler, banka mevduatları, yurtiçi kredi genişlemesi, reel döviz kuru, ihracat, ithalat, ticaret hadleri, bütçe açığı / GSYİH, toplam borç / GSYİH, cari işlemler açığı / GSYİH ve kısa vadeli sermaye girişi / GSYİH olarak sıralanabilmektedir.
Bu göstergeler arasında, geçmiş krizlerin öngörülmesinde tutarlı sonuçlar vermiş olan ve bu nedenle ağırlıklı olarak kullanılan göstergeler reel döviz kuru, yurtiçi kredi genişlemesi ve M2 / uluslararası rezerv oranıdır.
Tablo: Para ve Bankacılık Krizleri: En İyi Göstergeler
PARA KRİZLERİ |
BANKACILIK KRİZLERİ |
|
Yüksek Frekanslı Göstergeler |
||
- Reel Döviz Kuru - Bankacılık Krizi - Hisse Senedi Fiyatları - İhracat - M2/Uluslararası Rezervler |
- Reel Döviz Kuru - Hisse Senedi Fiyatları - M2 Çarpanı - Üretim - İhracat |
|
Düşük Frekanslı Göstergeler |
||
- Cari İşlemler Açığı / GSYİH - Cari İşlemler Açığı / Yatırım |
-Kısa Vadeli Sermaye Girişi / GSYİH -Cari İşlemler Açığı / Yatırım |
|
Kaynak: Carmen Reinhart[1]
Bunun yanı sıra, literatürde öncü göstergeler; döviz kuru ve ödemeler dengesi göstergeleri, parasal ve finansal göstergeler ve reel sektör olmak üzere üç ana başlık altında toplanmaktadır.[2]
2.3.1. Sermaye Akımları ve Cari Açık
Günümüzde dünya ekonomisinde sermaye akımları faiz-kur arbitrajına dayanarak en yüksek reel getiriyi elde etmek için bir ülkeden diğerine kolaylıkla yönelmektedir. 1970’li yıllarda Bretton Woods sisteminin bırakılması ve piyasaların daha serbestleştirilmesi düşüncesi sonrasında dış ticaret ve sermaye akımları üzerindeki kısıtlar kaldırılmaya başlanmıştır. Bu dönemde resmi kaynaklardan doğrudan borçlanmak yerine uluslararası piyasalardan borçlanmak başlamıştır. Böylece sermaye akımlarının bileşimini de etkilenmiş ve gelişmekte olan ülkelere yönelik sermaye akımları içinde kısa vadeli sermaye ve portföy yatırımlarının oranı artmıştır. Gelişmekte olan ülkelerin, üretim için gerekli ham maddeleri alabilmek için döviz rezervlerini arttırma isteği ve ithalatı özendirmek için faizleri yüksek tutmaları da kısa vadeli sermaye girişini teşvik etmektedir.
Kısa vadeli bir sermaye hareketinin bir para krizine dönüşmesi şu şekilde ortaya çıkmaktadır. Sermaye akımının girdiği ülkeye ödünç veren yatırımcılar ülkenin makro ekonomik ortamında siyasi istikrarsızlık, çevrilmesi çok zor bir borç yükü gibi bir belirsizlik ortamı görmeye başladıklarında o ülkedeki fonlarını hemen dövize çevirip ülke dışına çıkarmaktadırlar. Merkez Bankası elinde yeterince döviz varsa en son borç merci olarak piyasaya müdahale edebilmektedir. Yalnız Merkez Bankasının bunun için yeteri kadar dövizi yoksa bir devalüasyon yapılması gerekebilir.[3] Yabancı para cinsinden borçlanmış olan şirketleri bu durumda borçlanma maliyetlerinin artması neticesinde bir yıkım yaşarlar. Kısa vadeli borçlanma ile büyümeyi ve uzun vadeli yatırımları finanse etmenin maliyeti en son Asya krizinde görüldüğü gibi çok yüksek olabilmektedir. Bunu ortadan kaldırabilmenin yolu ise Merkez Bankasının ülkelerin kısa vadeli sermaye girişlerinin ülke dışına aniden çıkmasının maliyetlerini karşılayabilecek kadar döviz rezervi bulundurması olabilir. Çünkü üretimin ihracata çevrilmesi için zaman gereklidir ve kısa vadeli cari işlemelerin getirisi kısa vadeli sermaye akışını karşılayabilecek düzeyde değildir. Uluslararası sermaye akımlarının serbest olduğu küresel ortamda iktisatçılar arasında sıcak para kaçışlarını ve krizleri önleyecek yöntemler gittikçe daha fazla önem kazanmakta ve bu konuda araştırmalar yapılmaktadır.
Bir ülkenin ödemeler dengesi kavramı belirli bir yılda bir ülke ile diğer ülke arasındaki tüm uluslar arası gelen ve giden sermaye akışı ile işlemlerin istatistiksel kaydıdır. Ödemeler dengesi cari işlemler ve sermaye hesabı olmak üzere iki kısma ayrılmaktadır. Cari işlemler üretilen ürün ve hizmetler, kar ve yatırım faiz oranları, tek taraflı transferler, yurt dışına sattığımız mal ve hizmetler ve yurt dışından satın aldığımız mal ve hizmetleri, ihracat ve ithalatı göstermektedir. Cari işlem açığı ithalat ihracatı aştığında gerçekleşmektedir.[4] Kısa vadeli sermaye hareketleri ödemeler dengesini etkileyip cari açık yaratmaktadır. Bu durumda ülke bunun diğer kaynaklarla finanse edemiyorsa borçlanma yoluna gitmektedir. Bu da risk içermekte ve krize neden olmaktadır.
2.3.2. Sabit Döviz Kuru
Sabit Döviz Kuru bir ülkenin parasının değerini korumak içinenflasyon oranı düşük bir başka ülkenin parasına belirli bir oran üzerinden sabitlenmesidir. Bu yüksek enflasyonla mücadelede istikrarın sağlanması için gereklidir. Güvenilir nominal çıpanın fiyatlardaki oluşabilecek belirsizlikleri önleyebileceği düşünülmektedir. [5] Yüksek enflasyona sahip olan ülkeler yurtiçi ve yurtdışı yatırımcıların önündeki belirsizliği kaldırmak amacıyla nominal çIpayı bir makro ekonomik politika aracı olarak kullanabilmektedirler.
Bir sabit döviz kuru mekanizmasının başarılı olabilmesi için bazı koşulları sağlayabilmesi gereklidir:
•Döviz kuru mali politikalarla uyumlu olması gerekmektedir.
•Döviz kuru rejimi kamuoyu ve tüm piyasa kesimleri tarafından anlaşılır ve inandırıcı olmalıdır
Sabit kur sistemini uygulayan ve kriz yaşayan ülkelerde ortak görülen özellikler siyasi istikrarın tam sağlanmamış olması, kredi vermede sübjektif kriterlerin kullanılması, nominal çıpaya güvenilmesi nedeni ile alınan borçların verimli harcamalarda kullanılmaması ve yerel paranın değer kaybına karşı koruyucu önlemler alınmamasıdır. Bu politikalar ile sabit döviz kuru uygulayan Asya ülkelerinde kriz şu şekilde gerçekleşmiştir.
1990’lı yıllar ile birlikte Amerika ve Asya piyasalarında birçok firma Asya’daki emeğin ucuzluğunun avantajından yararlanmak için bu ülkelere yatırımda bulunduğunda, Asya ülkeleri kalkınmalarını finanse etmek için gerekli olan fonlara yüksek faizler uygulamıştır. Ülke dışından alınan kısa vadeli borçlar ise uzun vadeli yatırım harcamalar için kullanılmıştır. Bu da bir likidite riski ve ardında krizin başlamasına sebep olmuştur.
Bu süreçte, sabit döviz kuru nedeni ile yerli paranın değerini korumak için hedge gibi işlemlerden de yararlanılmamıştır. Artan faiz oranları yatırımları bitirme noktasına getirdiğinde, sabit döviz kuru nedeniyle yerli parada aşırı değerlenme meydana gelmiştir. Sabit kur paritesini korumak zor olduğundan ve pazarın ise bu savunmanın kolayca yıkılacağını düşünmesinden dolayı spekülatif atak başlamıştır.[6] Ülkenin çok yüksek miktarlara çıkan kısa vadeli borçlarını ödeyemeyeceğini düşünen yatırımcılar fonlarını dövize çevirip Tayland dışına çıkmıştır ve önce Tayland’da başlayan kriz bütün Asya’ya yayılmıştır.
Sabit kurun çok önemli bir dezavantajı ulusal paranın aşırı değerlenmesi durumunda ithalatın ucuzlayıp ihracatın pahalılaşmasına ve cari açığın büyümesine neden olmasıdır. Diğer bir dezavantajı da Merkez Bankasının son borç para verme görevini yerine getirme şansını ortadan kaldırmasıdır. Bu ulusal ekonominin spekülatif döviz giriş-çıkışı karşısında hiçbir denetleme ve yönlendirme olanağı olmaması anlamına gelmesi ile büyük bir risk yaratmaktadır.[7]
Asya krizlerinin yıkım etkisinin yüksek olması sabit döviz kuru uygulanmasına yönelik tereddütleri de artırmıştır. Bu eleştiriler daha çok dört konu üzerinde yoğunlaşmaktadır:[8]
• Döviz kuru çıpası spekülatif saldırı için kolay bir hedef olmaktadır.
•Eğer kurumsal ve finansal sektörde ciddi bir düzenlenme zayıflığı varsa nominal çıpa ülkeye sermaye girişini ve döviz üzerinden aşırı borçlanmayı arttırmaktadır.
• Sabit döviz kuru paranın aşırı değerlenmesine neden olmaktadır.
•Sürdürülemeyen nominal çıpa, birden para çıkışına sebep olan ve finansal ve finansal olmayan şirketlerin ödemeler dengesine çok zarar veren keskin devalüasyon ile sonuçlanmaktadır.
Asya krizi örneğinde görüldüğü gibi sabit döviz kuru rejimi uygulayarak yapısal problemlerini çözmeye çalışan ülkelerde ortaya çıkan yapısal problemlerin ortadan kaldırılamaması krizle sonuçlanmaktadır. Sabit kur rejiminin başarı ile uygulanabilmesi için yapılması gereken gerekli şartları uygulamak ve makro ekonomik değişkenleri kontrol altında tutmaktır. Bununla birlikte: ‘Bütün ülkeler veya bütün zamanlar için en iyi olabilecek bir döviz kuru mevcut değildir, hiçbir döviz kuru rejimi iyi iktisat politikasını ve güçlü kurumları ikame edemez’ (Frankel 1999) fikri bulunmaktadır.[9]
2.3.3. Yetersiz Politikalar ve Merkez Bankası
Kriz yaşayan ya da yapısal problemlerini çözmek isteyen ülkelerde ülke yetkililerinin benimsemiş olduğu döviz kuru rejimine göre yönetim değişmektedir. Merkez Bankası benimsemiş olduğu politikanın özelliğine göre politikalar uygulamalıdır. Mundell-Fleming analizleri sonucu para politikası ile ilgili bazı kısıtlamalar yapmıştır. Bu analizlere göre sermaye hareketlerinin serbest olduğu bir ekonomide dalgalı döviz kuru reel şokların izole edilmesini kolaylaştırırken sabit kur nominal şoklara karşı daha güvenlidir. Ülkeler sınırsız sermaye hareketliliği, bağımsız para politikası ve sabit döviz kuru politikalarından sadece ikisini eş zamanlı olarak uygulayabilirler. Aynı anda kontrol yapılmaya çalışıldığında bu para krizi ile sonuçlanır. Bu görüş şu an çoğu ekonomi çevresi ve stabilizasyon programı uygulayan ülkelerde benimsenmiş olmakla birlikte bu teoriye karşı çıkan iktisatçılar da bulunmaktadır.[10]
Merkez Bankasının kriz zamanında yapması gereken politikalardan biri kriz başladığında yabancı döviz ve finansal piyasaların istikrarını sağlamaktır. Döviz kurunun önemini vurgulamalı ve sermaye çıkışını önlemek için yüksek faiz oranlı politikası uygulamalıdır. Daha sonra Merkez Bankası krizin nereden kaynaklandığını belirlemelidir. Krizin kaynağı belirlendikten sonra, krizin önlenilmesi ya da daha fazla büyümemesi için gerekli çalışmalarda bulunabilir. Buna örnek olarak Kore ekonomisindeki yapısal kırılganlığın doğru bir zamanda tespit edilmesi ve ülkede yaşanabilecek olan bir finansal krizin önlemesi verilebilir.[11]
[1] Carmen M. Reinhart, ‘Sovereign Credit Ratings Before and After Financial Crises’, IMF, 2001, http://mpra.ub.uni-muenchen.de/7410/1/ratpap.pdf
[2] Fatih Yücel, Hüseyin kalyoncu, ‘Finansal Krizlerin Öncü Göstergeleri ve Ülke Ekonomilerini Etkileme Kanalları: Türkiye Örneği’, Maliye Dergisi, Sayı 159, Temmuz-Aralık 2010, http://portal1.sgb.gov.tr/calismalar/maliye_dergisi/yayinlar/md/159/FatihY%C3%9CCEL.pdf
[3] David N. Balaam, Michael Veseth, ‘Debt: The Political Economy of International Finance’, Introduction to International Political Economy, Prentice Hall, New Jersey, 2001, s. 176-178
[4] Ibid
[5] Abdülkerim gök, ‘Alternatif Döviz Kuru Sistemleri’, Marmara Üniversitesi İ.İ.B.F. Dergisi, Yıl 2006, Cilt XXI, Sayı 1, http://iibf.marmara.edu.tr/dosya/fakulte/iibfdergi_2006/07-DOVIZ-KURU-SISTEMLERI-ABDULKERIM-GOK.pdf
[6] Paul Krugman, ‘What happened to Asia’, January 1998, http://web.mit.edu/krugman/www/DISINTER.html
[7] Paul Krugman, ‘A Model Of Balance Of Payments Crises’ Journal of Money, Credit and Banking, Vol. 11, Issue 3 (Aug., 1979), 311-325, http://www.kailchan.ca/wp-content/uploads/2010/10/A-model-of-balance-of-payments-crises.pdf
[8] Marek Dabrowski, op. cit.
[9] Rüstem Yanar, ‘Gelişmekte Olan Ülkelerde Döviz Kuru Rejimi Tercihi: Yerel Sorunlara Global Çözümler’, Sosyoekonomi, Temmuz-Aralık, 2008-2, http://www.sosyoekonomi.hacettepe.edu.tr/080209.pdf
[10] Rüstem Yanar, op. cit.
[11] Kyu-Yung Chung, ‘The Role of Central Banks in Currency Crises with Special Reference to Korea´s Experience in Recovering the Currency Crisis’, Conference at IMF in Washington, D.C., September 16-17, 2002, 1-7, http://www.imf.org/external/pubs/ft/seminar/2002/gfs/eng/chung.pdf