Prof.Dr.Nurdan Aslan
Sinem Dışkaya
Birinci Nesil Krizler, İkinci Nesil Krizler, Üçüncü Nesil Krizler
1. GİRİŞ
2. Para krizi
2.1. Para Krizleri
2.2. Para Krizlerinin Nedenleri
2.3. Finansal Krizlerin Öncü Göstergeleri
2.3.1. Sermaye Akımları ve Cari Açık
2.3.2. Sabit Döviz Kuru
2.3.3. Yetersiz Politikalar ve Merkez Bankası
2.4. Para Krizi Teorileri
2.4.1. Birinci Nesil Kriz Modelleri
2.4.2. İkinci Nesil Kriz Modelleri
2.4.3. Üçüncü Nesil Kriz Modelleri
2.4.4. İkiz Krizler
3. Türkiye’de Yaşanan Finansal Krizler
KRİZLER
1. GİRİŞ
Dünyada ve Türkiye’de 90’lı yıllarda küresel düzeyde yaşanan krizler, konuyu açıklamak amacıyla birçok kuramın oluşturulmasına ve bunlar doğrultusunda birçok çalışmanın yapılmasına yol açmıştır. 1990 başlarına kadar para krizleri birinci nesil teorik modellerle incelenmiştir. Birinci nesil kriz modellerine göre para krizlerinin nedeni hükümetin bütçe açığını yurtiçi kredilerle finanse etmesidir. Bu modeller tutarsız makro ekonomik politikalar sonucunda temel ekonomik göstergelerde meydana gelen bozulmaların döviz kuru sisteminin çökmesine neden olacağını ve krizin oluşacağını belirtmektedir. 1990’lı yıllarda Meksika, Avrupa ve Asya ülkelerinde yaşanan krizler sonrasında para krizlerini açıklamaya yönelik farklı teorik çalışmalar yapılmış, ikinci nesil ve üçüncü nesil teorik modeller geliştirilmiştir. İkinci nesil modellerde hükümetin sabit döviz kuru politikasının yararı ve maliyetini dikkate alarak kur politikasıyla ilgili karar verdiği ve krizlerin ortaya çıkışında bireylerin beklentilerinin önemli olduğu belirtilmektedir. Üçüncü nesil modellerde finansal sektörü ve şirketlerin sorunları ile başka bir ülkedeki kriz gibi faktörlerin para krizlerinde etken olduğu belirtilmektedir. Bu çalışmanın amacı para krizleriyle ilgili teorik çalışmaları özetlemek ve ampirik çalışmalarda ulaşılan sonuçlarla ilgili genel bir değerlendirme yapmaktır.
2. Para krizi
Bir para krizi döviz kurunda keskin bir çöküş olması, hükümet devalüasyon ilan etmişse, birdenbire döviz kuru rejimine müdahale etmesi, sermaye akışlarını sınırlaması, birkaç saat için para piyasalarını kapatması durumlarına verilen genel bir isimdir.
Sachs, Tornell ve Velasco krizle ilgili bir model oluşturmuşlardır:
Ind = (e/V(e) + r/V(r))/(1/V(e) + 1/V(r))
Formülde e döviz kurunun dolara karşı değişimidir, r rezervler, V şartlı varyanstır. Endikatör spesifik eşiği geçerse para krizi gerçekleşmektedir. Bu metod Kaminsky ve Reinhart ve Corsetti, Pesenti ve Roubini tarafından kullanılmıştır.
Bir para krizi özellikle sabit döviz kuru sistemlerinde piyasa katılımcılarının taleplerini aniden yerel para ile değerlendirilmiş aktiflerden yabancı paralı aktiflere kaydırmaları sonucu, Merkez Bankasının döviz rezervlerinin tükenmesi şeklinde de ortaya çıkmaktadır. Bir ülke parasına olan spekülatif saldırı devalüasyonla veya şiddetli değer kaybı ile sonuçlanırsa ve Merkez Bankası büyük miktarlarda rezerv satmak veya faiz oranlarını önemli oranlarda yükseltmek suretiyle parayı korumaya zorlanırsa bir döviz veya para krizi oluşmaktadır.
Bir para krizini diğer finansal krizlerden ayıran krizin ödemeler dengesinde ortaya çıkmasıdır. Moneterist okul, Friedman ve Schwartz’a (1963) göre kriz banka panikleriyle bağlantılıdır. Ekonomi üzerindeki etkileri ile hasılanın azalması, işsizliğin artması ve bankaların çökmesi olarak nitelendiren tanımlarda mevcuttur.[2]Para krizleri açıklanırken ülkenin uygulamış olduğu kur mekanizmasına göre çeşitli isimler verilmektedir. Ülkenin Merkez Bankası sabit kur rejimi uyguluyorsa ortaya çıkan parasal krize ödemeler dengesi krizi adı verilirken, esnek kur rejimi uygulayan ülkelerde ortaya çıkan krizin adı bir döviz krizi olmaktadır.
Kriz tipolojisi
Finansal Kriz |
Bankacılık krizi |
Kamu Borcu krizi |
|
Ödemeler dengesi krizi – Parasal kriz |
2.1. Para Krizleri
Finansal krizler konusunda daha çok bankacılık ya da hükümetlerin borçlarını ödeyememesinden kaynaklanan borç krizleri örnek gösterilmiştir. Finansal krizler son yıllara kadar çok önemli görülmemiştir. Dolayısıyla, finansal krizlerin önemli konularından biri olan para krizleri yüzyılın son çeyreğine kadar konu edilen ve çok sık rastlanan bir olay değildir. Bunun sebebi dünya savaşlarından önce paranın bağlandığı bir altın standardının olması ve savaşlardan sonra da bu standardın biraz değiştirilerek direkt olmayan biçimde bir altın standardına çevrilmiş olması sebebiyle paranın mobilitesinin sınırlandırılmış olmasıdır.
2. Dünya Savaşı öncesinde dünyada esnek kur rejimi uygulanmıştır ve bu rejimin bazı problemler oluşturması sonrasında, 1945 yılında Bretton Woods kasabasında yapılan antlaşma ile White planı benimsenerek döviz kurları belirli paritelerle Amerikan dolarına sabitlenmiş, daha sonra da Amerikan dolarının finanse ettiği bir sabit kur rejimi ve sistemin çevriminin altınla sağlandığı bir model uygulanmıştır. Bu model 1950 ve 1960’lara kadar iyi işlemekle birlikte, sistemi finanse eden ABD’nin yaşamış olduğu büyük kamu açıkları ve bazı ülkelerin bu durumu görüp altın üzerinde spekülasyon yapması neticesinde 1973 yılında sabit kur sisteminden vazgeçilmiş, serbest kur rejimine geçilmiştir. Bu sistemin kırılması ile birlikte bir belirsizlik durumu ortaya çıkmıştır. Bu rejime geçilmesi ile birlikte özellikle gelişmekte olan ülkelerde yeni finansal sisteme uyum sorunu ve problemler ortaya çıkmıştır. Bu problemler Latin Amerika, İskandinavya, Meksika, Türkiye ve Güneydoğu Asya ülkelerinde çeşitli krizlere sebep olmuştur. Bu belirsizliğe Frankel (1999) mümkün olmayan üçlü adını vermiştir. İmkansız üçlü: döviz kuru istikrarı, para bağımsızlığı ve finansal piyasaların entegrasyonudur.
1990’lardan sonra döviz kurlarının ve sermaye akımlarının değişken olduğu bir döneme girilmiştir. Bu değişkenlik bazen aşırı boyutlarda olmakta ve tahmin edilemeyen, beklenmeyen zamanlarda ortaya çıkmaktadır. Özellikle yeni sanayileşmekte olan ülkelere yönelik uluslararası sermaye akımları beklenmedik biçimde büyük değişkenlikleri ile krizlere neden olabilmektedir.
Yeni rejimdeki makroekonomik politikalarda bağımsızlık sağlanacağı düşüncesine rağmen bu rejim makroekonomik açıdan ülkeleri birbirine bağımlı ve dış şoklara karşı daha hassas konuma getirmiştir. Oluşan şoklar nominal döviz kurlarında önemli dalgalanmalara neden olmuş, reel ticaret hadlerini değiştirmiş ve rekabet dengelerini etkilemiştir. Bütün bu gelişmeler döviz kurunu daha etkili ve bir rekabet parametresi haline getirmiştir. Özellikle finansal pazar entegrasyonu sürecinde ekonomileri daha önce liberal bir yapıya sahip olmayan ülkeler ekonomilerini liberalleştirirken ciddi problemler yaşamışlardır. Para krizleri bir şekilde ülkelerin finansal bütünleşme sürecine uyum sağlama problemi haline dönüşmüştür. Son dönemlerde uluslararası finans piyasası çeşitli sayıda para krizleri yaşamıştır. Dünya üzerindeki çeşitli ülkeler çeşitli zamanlarda krizlerle karşılaşmış ya da krizlerin etkisini hissetmiştir. 1976 yılında Meksika, 1980’lerde Arjantin, Brezilya, Meksika ve Peru, 1980’lerde Şili ve Arjantin, 1992 yılında Avrupa döviz kuru mekanizması (ERM) krizi, 1995 yılında Meksika krizi ve 1997 yılında başlayıp Asya’nın büyük bir bölümüne yayılan Güneydoğu Asya krizi bu gruba içindedir.
Para krizlerinin en önemli özelliği yayılma mekanizmasının ortaya çıkarttığı yıkıcı etkidir. Bu etki son Asya krizinde kendini iyice belli etmiştir. Kriz önce bir ülkede ortaya çıkmış, bölge ekonomilerinin yapılarının birbirine benzer olması ve ticari bağlantılarının yüksekliği nedeniyle Güneydoğu Asya’nın önemli bir kısmında önemli etkilere sebep olmuştur. Bu ülkelere yönelik yabancı sermaye akımlarındaki gelişme ve genişleme aşamasını, çok şiddetli ve çok ani bir tersine dönüş hareketi izlemiştir. Krizler aralarında fazla yakın ilişki olmayan ülkelere de yayılabilmiştir.[3] Bir ülkede ortaya çıkan krizin etkileri ise hızlıca başka ülkelere de yayılmış ve tahrip edici olmuştur.
Para Krizleri
Finlandiya |
1992 |
Malezya |
1997 |
İtalya |
1993 |
Filipinler |
1997 |
Norveç |
1992 |
Singapur |
1997 |
İspanya |
1993 |
Güney Kore |
1997 |
İsveç |
1992 |
Tayvan |
1997 |
Türkiye |
1994 |
Tayland |
1997 |
İngiltere |
1992 |
Arjantin |
1995 |
Hong Kong |
1997 |
Brezilya |
1995 |
Endonezya |
1997 |
Meksika |
1994 |
Japonya |
1997 |
Venezuela |
1995 |
2.2. Para Krizlerinin Nedenleri
Günümüzde en hızlı büyüyen finansal piyasalar döviz piyasalarıdır. 1980’li yılların sonunda günde yaklaşık 190 milyar ABD doları olan dünya döviz piyasası işlem hacmi, 2001 yılına gelindiğinde yaklaşık olarak günlük 1.7 trilyon ABD dolarına ulaşmıştır. Bank for International Settlement’ın açıkladığı 2000 yılı verilerine göre dünyada alınıp satılan finansal türev ürünleri nominal tutarı 108 trilyon dolardır.
Reel işlemlere konu olmayan büyük miktarda fonun piyasalarda dolaşması sonucunda özellikle gelişmekte olan ülkelerin ekonomilerinde makro ekonomik şoklar gerçekleşmektedir. Sermaye birikimini sağlamamış olan bu ülkeler yatırım harcamalarını finanse etmek için genellikle yüksek faiz oranlı likiditesi yüksek fonları ülkelerine çekmek istemektedirler. Fonlar ekonomiye girerken ekonomide bir refah genişlemesi gerçekleşse de, bu ülkelerde krizlere de neden olmaktadırlar.
Bu krizler ülkesel özelliklere rağmen benzerlik gösterdiği ve henüz birçok ülke finansal piyasalarında deneyimli olmaması ve sistemin zaaflarından yararlanmak isteyen kişi ya da şirketlerin var olması bu krizleri ve oluşum nedenlerini anlamayı çok önemli kılmaktadır.
Mishkin gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasında birbirinden farklı yapılar bulunmasının finansal krizlerin ortaya çıkışında farklı yayılma mekanizmalarının oluşmasına neden olacağını belirtmektedir.[6] Gelişmiş ekonomilerde enflasyon oranları düşük seviyelerde ve istikrarlıdır ve bu ülkeler güçlü paralara sahip olduklarından borçları yerli para cinsinden ve uzun vadeli alınmaktadır. Gelişmekte olan ülkeler, yüksek ve değişken enflasyon oranlarına sahiptir ve uzun vadeli borçlanma çok riskli olduğundan kısa vadeli borçlanma tercih edilmektedir. Yüksek enflasyon sebebiyle de borçlanma yerli para ile riskli olduğu için güçlü yabancı paralarla yapılmaktadır. Gelişmekte olan ülkelerde döviz ve banka krizlerine yol açarak ekonomi boyutunda bir finansal krize neden olabilecek dört farklı unsur bulunmaktadır. Bunlar, faiz oranlarındaki yükselmeler, bankaların bilançolarında meydana gelen bozulmalar, menkul kıymetler piyasasında meydana gelen düşüşler, ekonomide belirsizliğin artmasıdır. Bu faktörlerden birkaçının ya da hepsinin bir arada gerçekleşmesi bütün ekonomiyi etkileyecek boyutta bir finansal krize neden olarak reel ekonominin daralması sonucunu yaratır.
Finansal istikrarsızlığın birinci nedeni, genelde yabancı piyasalarda yükselmeye başlayan faiz oranlarına bağlı olarak yurtiçi faiz oranlarının da yükselmeye başlamasıdır. Yükselen faiz oranları, finansal piyasalarda ters seçim ve ahlaki risk sorunlarını çoğalttığında kredi kısıtlamalarına gidilecektir. Bunun sonucunda ekonomide finans sektörünün dışında faaliyet gösteren firmalar için nakit akımları azalacaktır. Ters seçim sorununda sermaye piyasalarında kredi verenler, kredi almak isteyenlerin güvenilirliği hakkında tam bilgiye sahip olmadıkları için, çok yüksek faizleri kabul ederek borç almaya razı olanları vadesi geldiğinde borcunu ödememe olasılığı en yüksek borçlular olarak kabul edecekler ve iyi ile kötü kredi risklerini birbirinden ayırt etmeye çalışacaklardır. Bu ise tam enformasyona sahip olunmadan yapıldığından dolayı ödünç verenler ters seçim korkusuyla verebilecekleri kredi miktarını azaltacaklardır. Ahlaki risk sorununda ise krediyi alan, bu krediyi kendi şahsi istekleri için kullanabilir, fazla çalışmayı tercih etmeyerek almış olduğu krediyi batırabilir veya almış olduğu krediyi riski yüksek projelerde gücünü ve statüsünü yükseltmek için kullanabilir. Bu durumda, kredi verenler, amaçları dışında kullanılan ve geri dönmeme riski taşıyan kredileri önleyebilmek için denetleme yoluna gideceklerdir. Bu ise kredi verenler için maliyetli olacağı için kredi verenlerle alanlar arasında ahlaki risk sorunundan kaynaklanan bu sorun verilebilecek kredi miktarında bir daralma meydana getirecek ve yatırımların olması gereken düzeyden daha düşük düzeyde gerçekleşmesine neden olacaktır.
Bankaların geri dönmeyen krediler sebebiyle bilançolarında meydana gelen bozulmalar da krize yol açmaktadır. Ülkelerin finansal serbestleşmelerinin ardından sermaye girişlerinde artışlar meydana gelmesi bankaların borç verebilecekleri kredilerin hızla yükselmesine olanak sağlamaktadır. Artan kredilerin aşırı şekilde risk taşıyan yatırımlarda kullanılması, geri dönmeyen kredilerin çok fazla miktarlara ulaşması ve bankaların bilançolarında bozulmalara neden olmaktadır. Uluslararası sermaye hareketleri de finansal istikrarsızlığa yol açabilmektedir. Bankaların daha fazla kredi verebilmek için yüksek getiriler sunmaları sonucu yabancı yatırımcılar açısından piyasalar cazip hale gelmektedir. Gelişmekte olan ülkelerde kriz başlamadan önce büyük miktarlarda sermaye girişleri görülmektedir. Bu da kredilerin aşırı risk taşıyan yatırımlara yönelmesine ve ödenmeyen kredilerin hızla artmasına neden olabilmektedir. Yabancıların sermayelerini bir ülkeden çekmeleri sonrasında meydana gelen sermaye çıkışları da o ülkede devalüasyona neden olabilmektedir.
Bankaların bilançolarında meydana gelen bozulmalar, yabancı faiz oranlarında meydana gelen yükselmeler, ekonomide çeşitli sebeplere dayalı belirsizliğin artması yüksek oranlı devalüasyon yapılmasına neden olabilmektedir. Özellikle banka bilançolarında meydana gelen bozulmalar, döviz kurunu geçerli düzeyden sürdürülmesini daha zor hale getirmektedir. Devalüasyondan kaçınmak için faiz oranlarının yükseltilmesi banka sistemini zayıflatacak ve banka bilançolarının daha da kötüleşmesine neden olacaktır. Döviz kurunun daha fazla değer kaybetmesini önlemek amacıyla faiz oranlarının yükseltilmesi durumunda, merkez Bankası iki kötüden birini tercih etmek zorunda kalacaktır. Yükselen faiz oranları bankaların durumunu gittikçe kötüleştirecektir. Banka sisteminin zayıf olduğunu ve merkez Bankasının döviz kurunu geçerli düzeyinden daha fazla koruyamayacağını anlayan spekülatörler, dövize yönelik spekülatif ataklarını daha da fazlalaştıracaklardır ve merkez Bankasını devalüasyona zorlayacaklardır.
Finansal serbestleşme ancak güçlü bir banka sistemi oluşturulduktan, ekonomiyi zayıflatan kaynaklar (yüksek oranda dış borç, yüksek işsizlik, makroekonomik dengesizlikler...) giderildikten sonra ve ekonomi serbest kur sistemine ya da para kuruluna veya bir parasal birliğe katılma aşaması öncesinde ise gerçekleştirilmelidir. Aksi taktirde bu üç unsur aynı anda kontrol edilemediğinden, bir ekonomi her zaman için önceden tahmin edebilme olasılığı olmayan spekülatif atakların etkisi altında bulunabilir.
Gelişmekte olan ekonomiler finansal serbestleşmeye geçiş hızlı, uygulaması kolay ve maliyetsiz olduğundan dolayı bu düzenlemeleri yerine getirmeden geçmektedirler. Yapısal düzenlemelerin gerçekleştirilmesi maliyetli, ağır ve karmaşık olduğundan tercih edilmemektedir. Serbestleşme finans sektörü için çok daha iyi bir altyapının oluşturulması ihtiyacını gerekli kılmaktadır, bu yapılmadığında finans sisteminde istikrarsızlık oluşabilecektir.
Menkul kıymetler piyasalarının çökmesi ve ekonomide belirsizlik de krize yol açmaktadır. Belirsizlik ekonomide durgunluğun yaşanması, büyük şirket ve finans kuruluşlarının iflas etmeleri ya da politik istikrarsızlıklardan kaynaklanmaktadır. Belirsizliğin artması ekonomide enformasyon eksikliğine ve finansal piyasalarda iyi ve kötü kredi risklerinin birbirlerinden ayırt edilememesine neden olarak, ters seçim ve ahlaki risk sorunlarının artmasına yol açacaktır.
Gelişen ekonomilerin kurumsal özellikleri[7] gibi ortaya çıkan döviz krizinin tüm ekonomiyi içine alacak şekilde bir finansal krize dönüşmesine neden olmaktadır. Yerli paranın yabancı paralar karşısındaki değerinin ani olarak düşmesi, hem doğrudan etkileriyle hem de para otoritelerinin enflasyonu kontrol altında tutabilmedeki güvenilirliğinin zayıflaması sebebiyle, gerçekleşen ve beklenen enflasyonun dramatik şekilde yükselmesine neden olabilecektir. Hem gerçekleşen hem de beklenen enflasyon oranlarında meydana gelen ani yükselişler nedeniyle merkez Bankası milli paranın yabancı paralar karşısında değerinin daha fazla düşmesini önlemek amacıyla, faiz oranlarını aşırı şekilde yüksek seviyelere çıkarabilir. Dövize endeksli borçlanan birçok firmanın borçları da yerli para cinsinden ani ve büyük artışlara neden olacaktır. Dolayısıyla birçok firma açısından meydana gelen bu olumsuz baskı ters seçim ve ahlaki risk sorunlarını arttırarak ekonomide kredi hacmini ve ekonomik faaliyeti daraltacak şekilde etki yapacaktır.
Gelişmekte olan ülkeler için devalüasyonun banka sisteminin ve firmaların bilançoları üzerine böyle olumsuz etkileri olurken, gelişmiş ülkelerde bu tür bir etkiyi görmek mümkün olmamaktadır. Çünkü, gelişmiş ekonomilerde devalüasyondan sonra enflasyonun kontrol altında tutulacağı beklenmektedir, dolayısıyla nominal faizlerde bir sıçrama beklenilmez. Aynı şekilde gelişmiş ekonomilerde borçların vade yapıları daha uzun olduğu ve kendi milli paraları cinsinden yapıldığı için yine firma bilançoları üzerine olumsuz etki yapmamaktadır. Aksine, yapılan devalüasyon, gelişmiş ülkelerin ürünlerinin rekabet gücünü dış piyasalarda arttırarak ekonomiye bir canlılık bile getirebilir. Hem gerçekleşen hem de beklenen enflasyon oranlarında meydana gelen ani yükselişler nedeniyle merkez Bankası milli paranın yabancı paralar karşısında değerinin daha fazla düşmesini önlemek amacıyla, faiz oranlarını aşırı şekilde yüksek seviyelere çıkarabilir. Dövize endeksli borçlanan bir çok firmanın borçları da yerli para cinsinden ani ve büyük artışlara neden olacaktır. Dolayısıyla birçok firma açısından meydana gelen bu olumsuz baskı ters seçim ve ahlaki risk sorunlarını arttırarak ekonomide kredi hacmini ve ekonomik faaliyeti daraltacak şekilde etki yapacaktır.
Gelişmekte olan ülkeler için devalüasyonun banka sisteminin ve firmaların bilançoları üzerine böyle olumsuz etkileri olurken, gelişmiş ülkelerde bu tür bir etkiyi görmek mümkün olmamaktadır. Çünkü, gelişmiş ekonomilerde devalüasyondan sonra enflasyonun kontrol altında tutulacağı beklenmektedir, dolayısıyla nominal faizlerde bir sıçrama beklenilmez. Aynı şekilde gelişmiş ekonomilerde borçların vade yapıları daha uzun olduğu ve kendi milli paraları cinsinden yapıldığı için yine firma bilançoları üzerine olumsuz etki yapmamaktadır. Aksine, yapılan devalüasyon, gelişmiş ülkelerin ürünlerinin rekabet gücünü dış piyasalarda arttırarak ekonomiye bir canlılık bile getirebilir.
[1] Murat Doğanlar, Harun Bal, Mehmet Özmen, ‘Döviz Krizi Modelleri’, Ç. Ü. Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt 16, Sayı 1, 2007, 253-276
[1] Ibid
[2] Sweta C. Saxena and Kar-yiu Wong, ‘Currency Crises and Capital Controls: A Selective Survey’, University of Washington, January 2, 1999,1-50, http://faculty.washington.edu/karyiu/papers/crisis-sur.pdf
[3] Paul R. Krugman, Kenneth S. Rogoff, Stanley Fischer, William J. McDonough, ‘Currency Crises’, January 1999, 421-466, http://www.nber.org/chapters/c9803.pdf
[4] Arturo Bris, Yrjö Koskinen, Vicente Pons, ‘Corporate Financial Policies and Performance Around Currency Crises’, Yale International Center For Finance, Yale ICF Working Paper No. 00-61, March 8, 2002, http://papers.ssrn.com/sol3/papers.cfm?abstract_id=288430
[5] Mevlüt Karabıçak, ‘Küreselleşme Sürecinde Uluslar arası Platformda Yaşanan Finansal Gelişmeler, Belirsizlikler ve Türkiye’deki Reel Sektöre Yansımaları’, Süleyman Demirel niversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Y. 2004, C.9, S.1, S. 179-201, http://iibf.sdu.edu.tr/dergi/files/2004-1-11.pdf
[6] Frederic S. Mishkin, ‘International Capital Movements, Financial Volatility and Financial Instability’, NBER Working Paper No. 6390, January 1998, JEL Nos. E3, F3
[7] Borç yapısının kısa vadeli olması, borçların büyük bir oranının dövize endeksli olması ve enflasyonla mücadelede hükümetlere olan güven eksikliği
[1] Olivier Burkart, Virginie Coudert, ‘Currency Crises in the Emerging Economies’, Banque de France Bulletin Digest, No:82, October 2000, 1-12, http://www.banque-france.fr/gb/publications/telechar/bulletin/82etud1.pdf
[2] Marek Dabrowski, ‘Currency Crises In Emerging Market Economies: Causes, Consequences And Policy Lessons’, Center for Social and Economic Research Case Reports, No:51, 1-58, 2002, http://papers.ssrn.com/sol3/papers.cfm?abstract_id=1432337
[3] Ibid